26 Aralık 2012 Çarşamba

Son yazımız tartışılıyor ya da farklı görüşlerin zenginliği


Son yazımız bir tartışma başlatmış bulunuyor. Bu tartışmayı önemsiyor ve yazının yorum kısmına sıkıştırılmaması gerektiğini düşünüyoruz:




Adsız 23 Aralık 2012 09:54
Madalyonun her iki yüzü için de teşekkür ederiz. Açık-Gizli tüm kitedit takipçileri adına.


ercüment sabri 23 Aralık 2012 13:52
Ne yazık ki, 'Çocuk Yazını' ülkemizde girilmesi en kolay sanılan alanlardan biri... Sadece yukarıdaki alıntılara bakarak, ister istemez, 'Çocuk Edebiyatı olmaz!' diyenlere katılmamak mümkün değil.

Adsız 23 Aralık 2012 21:21
Acaba kitabın amacı genç okuruna, kitaptaki kahramanın yüzeyselliğini fark ettirip de kendisiyle yüzleşmesini sağlamak olabilir mi? Yani kimi kurguda kahramanın olumsuz özellikleri onaylanıyormuş gibi yapılabilir, öyle hissettirilir ki okurun kendi içindeki karanlıkla özdeşleşmesi sağlanabilsin. Bu noktadan sonra kurgu, okuru birden özeleştiriye savurabilir ve kendi gerçeğini kahramanın aynasında bütün çıplaklığıyla gören okur, kendi değişiminin kapılarını aralayabilir.

Sözü edilen kitabı okumadığım için, bilemiyorum. Demek istediğim, romanın son bölümlerinde kahramanın hangi noktada olduğu ve okuru hangi duruma, hangi yargıya hazırladığı önemli. Belki sözü edilen ve eleştirilen tüm bu cümleler (yukarıya alınan cümleler), bu yüzleşmeye/hesaplaşmalara doğru akan bir nehirdi, ya da değildi. Okumamış biri olarak kesin bir yargı üretemem tabii ki. Yalnızca yorum yaptım.

Sevgiler,
aytül akal

Kitedit 23 Aralık 2012 22:24
Yorumunuz ve kaygınız için çok teşekkürler. Çünkü kitabı okurken son sayfalara kadar biz de bunu umut ettik. Ama ne yazık ki böyle bir sonuca ulaşamadık. Üstelik beklentimiz illa okuru özeleştiriye götüren bir kurgu değildi. Kitabın, alışveriş merkezine takılan, moda ve erkekler dışında fazla bir şey düşünmeyen gençlerin dünyasına gerçekten kapı aralaması, bu dünyayı daha iyi anlamamızı sağlaması ya da edebi nitelikler taşıması da çok farklı düşünmemize yol açacaktı. Ama her şey öyle yüzeysel, öyle lay lay lom işleniyor ki... İlayda'nın sırf hava ve popülerlik uğruna kurulmuş sahte bir edebiyat kulübünden ayrılması ve gerçek bir şiir kulübü kurması kitapta olumlu hanesine yazabileceğimiz tek nokta. Ki o şiir kulübü bile ünlü yazarları okula davet etmek ve bunun üzerinden hava yapmak çerçevesinde gündeme getiriliyor esas olarak.

Tabii yazarın amacı, niyeti için bir şey söyleyemeyiz. Son derece iyi niyetlerle yazılmış bir kitap da olabilir. Ama iyi niyet bazen(özellikle de sorumluluktan uzaksa) hiçbir şeydir. Öte yandan bu eleştiri tüm diğer eleştirilerimiz gibi maddi verilere dayandığı kadar, bu maddi verilerden hareket eden kişisel yorumlarımızı içeriyor. Ele aldığımız kitap ve konularla ilgili farklı yorumlar, düşünceler olan okurlarımızı düşüncelerini paylaşmaya davet ediyoruz. Bu çok daha canlı ve verimli bir tartışma ortamının doğmasını sağlayabilir. Bizce çocuk yazınımızın ve yayıncılığımızın buna ihtiyacı var kesinlikle...

Aslı Motchane 25 Aralık 2012 19:08
Gerçekten kız çocuklarının katı cinsiyet kalıplarının içine hapsedildiği bir çok kitap yayımlanıyor. Ancak yaptığınız alıntılar, "Geveze Prenses'in Yeni Günlüğü"nün bunun bir örneği olduğu kanısını vermiyor. Aksine, bu kısa alıntılar bile, ergenlik çağındaki kızların kaygılarını, cinsiyet rollerine ve kendilerine bakışlarını gerçekçi bir biçimde ve yargılamadan yansıtıyorlar.

Onüç yaşındaki bir çocuğun akranları tarafından kabul görmek ve beğenilmek için yanıp tutuşması ve bunun için akran grubunun tanımladığı yüzeysel ölçütlere uymaya çalışması, genç kızların güvensizlikleri, kendilerine erkeklerin gözünden bakarak kendilerini aşağılamaları, bazı annelerin ev ile alışveriş merkezleri arasında yaşadıkları ama ifade edemedikleri cehennem, sahici ve yalın bir biçimde anlatılmış kanımca.

Onüç yaşındaki bir kızın ağzından yazıldığı için, anlatımın sizin deyiminizle yüzeysel ve "lay lay lom" olması doğal. Ergenlik çağındakilerin kabul görme ve beğenilme ölçütlerini özetleyen "popüler", "havalı" sözcüklerinin sık kullanılması da kaçınılmaz. Bu sözcüklerin kaçar kere kullanıldığını saydığınıza göre, sanırım bunları yadırgadınız. Ancak bu yaş grubu için "popüler" ve "havalı" kavramların önemini ve kapsamını başka sözcüklerle anlatmak olanaksız.

Yaptığınız alıntılarda çok dokunaklı bölümler de var. Örneğin İlayda'nın annesinin, kızıyla birlikte yaptıkları bir işe dalıp yemek yapmadığı için eşinden neredeyse azar işitmesi, annesini çok üzüp düşkırıklığına uğratan bir durumda İlayda'nın, babasının tarafını tutarak annesini "cadı" olarak tanımlaması ve yine İlayda'nın kendisinden çeşitli nedenlerle sık sık "aptal", "saçma" diye söz etmesi... Özellikle de "Biz kızlar bu kutuyu kullanabiliriz ama erkekler böyle aptal bir kutuyu ne yapsınlar," gibi erkek söylemi ile kendisini aşağılayan bir ifade kullanması ne kadar acıklı ve düşündürücü! Oniki yaşındaki bir okurun bu durumlara eleştirel bakabileceğini ben örneklerden biliyorum, yazarın da bildiğini düşünüyorum.

Çocukların ve gençlerin dünyası, büyüklerin dünyasının yansımaları ile dolu. Nasıl İlayda'nın kendisine bakışı erkeklerin yargılarından kaynaklanıyorsa, daha gencecikken okuldaki erkek arkadaşına bakışı da büyüklerin beklentilerini yansıtıyor: Oğuz, basketbolu yalnızca hobi olarak yapıyormuş, aslında makine mühendisi olacakmış. (Diğer bir deyişle hayta olmayacak, ciddi bir mesleği olacak.) Asıl gülünç olan, henüz ergenlik çağındaki bir kızın günlüğündeki saçmalıklar değil, bu yaştaki çocuklardan böyle "ciddi" bir ilişki bekleyen abuk subuk zihniyet.

Bunun dışında açık bir ironi içeren alıntılar da yapmışsınız, "Hey Kızlar" dergisindeki "En yakın arkadaşınız gerçek bir dost mu?" başlıklı test ile ilgili bölüm gibi.

Anladığım kadarıyla, "Geveze Prenses'in Yeni Günlüğü", çocuk ve gençlik edebiyatımızda az rastlanan bir biçimde, İlayda ile açık bir biçimde alay etmekten ve ona ders vermekten kaçınıyor. Eğer kitabın son bölümünde İlayda, kendisine değer yargılarının ne kadar saçma olduğunu "öğretecek" bir kişi ile karşılaşsaydı, sanırım yazar bu tür bir eleştiriye hedef olmazdı. Ancak bu durum gerçekçi olur muydu? Gerçekçilik bir yana, okur üzerinde etkili olur muydu? Kuşkuluyum.

İlayda gibi, okur da, kaçınılmaz bir biçimde, ergenlik dönemini bulunduğu çevrenin koşulları içinde yaşayarak büyüyecek ve gözlemlerinden kendi sonuçlarını çıkaracak. Oniki yaşlarındaki bir çocuğun, bu kitaptan İlayda'nın yaşamı ile ilgili bazı sonuçlar çıkarması için ise, kitabın "sahici" olması, bu çevredeki çocukların gerçek kaygılarını, gerçekten kullandıkları dil ile ve gerçekten yapacakları yorumlar ile anlatması zorunlu. Yaptığınız alıntılar da bunun iyi bir örneği gibi gözüküyor.

Bu siteyi kurduğunuz için çok, çok teşekkür ederim.
Sevgiler...

Kitedit 25 Aralık 2012 20:38
Biz de, farklı bir bakış açısından yazımıza yanıt verdiğiniz, yorum yaptığınız için çok çok teşekkür ederiz. Bu tutumu gerçekten çok önemsiyoruz. Çünkü amacımız karalama değil, eleştirel eleştiri yoluyla çocuk ve gençlik edebiyatının gelişimine katkıda bulunmak, sorunları etrafında farklı fikirlerin açıklık içinde ifade edilebileceği bir tartışma platformu yaratmak.

Bu çerçevede de yorumunuza ilişkin bir iki noktayı açmak istiyoruz. Yazar kitabının sonunda İlayda’nın karşısına doğru yolu gösterecek bir kişi çıkarsaydı ya da İlayda kendiliğinden, öylesine bir bilinç evrilmesi yaşasaydı kitabı büyük ihtimalle didaktik olarak değerlendirecek ve o yönden (de) eleştirecektik. Bizim sıkıntımız kitabın didaktik ya da öğretici olmaması değil.

Sayın Aytül Akal’ın yorumuna yanıt verirken de ifade ettiğimiz gibi kitabın 13-14 yaşlarındaki bir kızın hayatına, dünyasına kapı aralaması ya da onun gibi yaşayanlara ayna tutması gerekiyordu. Evet İlayda gibi tümüyle tüketim toplumun etkisinde olan kızlar var. Ama o kızların hayatı da toz pembe değil. İlayda’nın anne-babası birbirine aşık örnek bir çift, anne de, baba da, abi de, kız kardeş de toplumsal rollerinden en ufak bir rahatsızlık duymuyorlar. Aile içinde hiçbir ciddi sorunları yok. Halbuki tüketim toplumun örnek ailelerine ışık tuttuğumuzda bambaşka bir gerçeklik var orada. Evet o yaşlardaki kızlar popüler ve havalı olmak için, toplumun onlara dayattığı rollere uymak için yırtınıyorlar, ama bunu yaparken çok da acı çekiyor, örseleniyor, kişiliklerinden ödün veriyor, dar sınırlar içinde sıkışıyorlar. Bunların hiçbiri yansımamış kitaba. Lay lay lom ve yüzeysel derken bunu kastediyoruz. Genç okur bu kitapta İlayda gibi kızların gerçek hayatlarıyla (sahne arkasıyla) karşılaşmıyor, gerçek (derindeki) duygularıyla yüzleşmiyor kesinlikle. 25 kere popüler ve havalı demek ama bunu derken arkasında gizlenen gerçekliği teğet geçmek var, 25 kere popüler ve havalı demek ama bunu derken arkasında gizlenen gerçekliği can yakıcı bir şekilde hissettirmek var. Biz kitabı okurken tanıdığımız onca İlayda’yı göremedik doğrusu. Aynı şekilde tanıdığımız onca İlayda’nın da bu kitapta kendi gerçekliklerini göremeyeceğini düşünüyoruz. Tam aksine, bizce bu kitap onlara fazla sorgulamaya değmez, kafana takma, bak hayatın ne güzel diyor esasında…

Yıldıray 26 Aralık 2012 10:05
Ansızın bir Nasreddin Hoca havası estirmiş gibi olacağım ama... Yazıyı ilk okuduğumda Kitedit'in açısından bakabilmiştim. Yorumları okuyunca, meseleye hem Aytül Hanım'ın hem Aslı Hanım'ın penceresinden de bakabildiğimi fark ettim. Kendi adıma, bir kitapla ilgili yorum yaparken kendi bakış açımı dayatmamaya özen göstersem de "yönlendirme" yapmış olma riskinin daim olduğunu biliyorum. (Elbette bir kitap hakkında yorum yapınca yönlendirme de yapıyorsun Yıldıray, ne demek istiyorsun?) Demek istediğim şu: Benim yorumum hangi ruh haliyle, hangi algı açıklığıyla, hangi birikimle, deneyimle yapıldı? Ben hangi konularda ne kadar açık görüşlü, hangi konularda ne kadar atgözlüklüyüm? Peki ya benim yazdığım yorumu okuyacak okur? Kitedit zaten söylemiş, yazarın niyetini bilmiyoruz. Okurun niyetini de bilmiyoruz. Eğer kitapların mutlaka bir "yarar" sağlaması gerekiyorsa, bence her kitaptan çıkarabileceğimiz birçok "yarar" vardır. Ne bileyim, sadece okuma alışkanlığının sürdürülebilirliğine hizmet ediyordur, minicik bir deneyim aktarıyordur vs. Bu da tamamen bakış açılarıyla, algı açıklığıyla, okuma sırasındaki ruh durumuyla vs. ilgilidir. Dolayısıyla Aytül Hanım'ın dikkat çektiği noktalar da, Aslı Hanım'ın yorumları da benim için zihin açıcı. Öte yandan Kitedit'in vurguladığı nokta önemli ve düşündürücü. Kitedit "Kitabın derinliği yok, düşünsel atlyapısı yok," diyor diye anlıyorum. Aytül Hanım'ın ve Aslı Hanım'ın yorumlarını "okurun deneyimine ve okurun algılama, çözümleme, birleştirme becerilerine güvenmeliyiz," diye anlıyorum. Benim için enfes bir "Çocuk kitapları eleştirisine giriş 101" dersi oldu, Kitedit'e, Aytül Hanım'a ve Aslı Hanım'a teşekkür ederim.

Kitedit 26 Aralık 2012 12:47
Bu tartışmanın böyle boyutlanması ne güzel, ne umut verici. Kitedit’in söylediği başka bir şey daha var, diyerek biraz daha geliştirelim.

Çünkü sözü edilen yazı aslında Geveze Prenses’in Yeni Günlüğü kitabının eleştirisinden ziyade (bu kitap bir prototip olarak örnek gösterildi), son dönemde çocuk ve gençlik edebiyatında öne çıkan bir eğilimin eleştirisiydi. Madalyonun iki yüzünden bahsetmiştik. Dinsel paradigmalardan hareket eden kitapları rahatlıkla bir bütünün parçaları, belli politikaların uzantıları olarak görebiliyorken, madalyonun diğer yüzünde yer alan kitaplara bütünsel bakmakta zorlanıyoruz. Burada altını çizmek istediğimiz bir nokta daha var. Geveze Prenses’in Yeni Günlüğü edebi nitelikler taşıyor olsaydı, Kitedit onu bağımsız bir sanat eseri olarak değerlendirecek ve o yönden eleştirecekti. Ama kitabın edebi olarak, edebiyat eleştirisine konu edilemeyecek denli zayıf ve yüzeysel olduğunu düşünüyoruz. Kitabı çok dikkatli okuduk ve yazarın niyetinden bağımsız olarak, tüketim toplumun şekillendirdiği gençleri konu etmekten çok, o gençlere rahatlıkla, lay lay lom tüketebilecekleri okuma malzemesi sunduğu sonucuna vardık. Mikro düzeyde hiçbir kitabın hiçbir çocuğa tek başına ciddi bir zarar vermeyeceğini düşündüğümüzü zaten belirtmiştik. Biz de çocukken, gençken bir dizi kitabı böyle lay lay lom tükettik ve bunun bize zarar bir yana belli katkıları da oldu. Oysa tartışmak istediğimiz bu işin makro düzeyi. Yani çocuk edebiyatının bir tüketim nesnesine dönüştürülmesi, içeriğinin de tüketim toplumunun ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesi. Bu eğilimin esas sorumlusu kuşkusuz Geveze Prenses’in Yeni Günlüğü’nün sayın yazarı Koray Avcı Çakman ya da son derece iyi niyetlerle hareket ederken benzer kitaplar üretenler değil. Tartışılması gereken bambaşka şeyler var. Özel okul satışı endeksli yayıncılık gibi… Kız kitaplarının hangi ihtiyaca denk düşmesi gibi… Çocuk edebiyatının gerçekten edebi özellikler taşımasının önemi gibi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder