23 Aralık 2012 Pazar

Çocuk edebiyatını istismar eden yalnızca dinsel gericilik mi? Ya madalyonun diğer yüzü?


Geçen yazımızda çocuk kitaplarında karşımıza kimi zaman açık kimi zaman örtülü, ama son dönemde giderek daha sık, giderek daha sistematik bir şekilde çıkan dinsel gericiliği işlemiştik. Şimdi madalyonun diğer tarafına bakmak istiyoruz. Çünkü çocuk kitaplarını istismar eden tek politik güç dinsel gericilik değil. Türk-İslam ülküsünü besleyen çocuk kitapları kadar, Yankee kültür(süzlüğ)ünü besleyen çocuk kitapları da var. Üstelik iki ayrı uçta yer alsalar ve birbirinden çok farklı görünseler de bu kitaplar ayrımcılık, cinsiyetçilik ve bağnazlıkta birbirleriyle yarışıyorlar.

Ayrımcılığın, cinsiyetçiliğin ve bağnazlığın çocuk edebiyatında yeri yok. Demokratik kanatta yer alan çocuk yazını ve yayıncılığı bu konuda birleşiyor. Ama bu ‘kusurları’ işleyen dinsel gericilik, siyasal konjonktürün de etkisiyle, çocuk ve gençlik edebiyatı için bütünsel bir tehdit olarak algılanıyor ve öyle değerlendiriliyorken, aynı ‘kusurlara’ haiz ‘modern yüzlü’ çocuk kitapları bir bütünün parçaları olarak görülmüyor, arkasında sistematik bir çaba ya da ideolojik bir güç aranmıyor.

Doğrusunu isterseniz Kitedit olarak biz de komplo teorilerine inanmıyoruz. Ama son dönemde gerek bilinçli olarak incelediğimiz, gerek rastlantı sonucu elimize geçen çocuk kitapları tablosuna biraz mesafeden bakınca, yeni kuşağa belli bir hayat anlayışını propaganda etmek için edebiyatı (da) kullanan tek gücün dinsel gericilik olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Dikkati çekmek istediğimiz nokta egemen kültürün doğallığında çocuk edebiyatına yansıması ve bunun görüngüleri değil. Bilinçli bir şekilde pompalanan küreselci kapitalist tüketim kültüründen bahsediyoruz.

Bu olguya yakın zamanda piyasaya sürülen çok (gerçekten de çok) sayıda çocuk ve gençlik kitabını örnek gösterebiliriz. Benzerlerinin içinden Genç Turkuvaz’dan çıkan Geveze Prenses’in Yeni Günlüğü’nü seçip, prototip bir eser olarak ele almamızın tek nedeni, Koray Avcı Çakman’ın 2011 baskılı bu kitabını taze taze okumuş olmamız.

Geveze Prenses’in Yeni Günlüğü bir kız kitabı. Açık açık öyle adlandırılmamakla birlikte gerek kapak görseli, gerek arka kapak yazısı bunu hemen ele veriyor. Kız kitaplarının ortak özelliklerinin başında genç kızların ilgi duyduğu, merak ettiği konulara yer vermesi, onların dünyalarını konu etmesi geliyor. Bunun başlı başına cinsiyetçilik olup olmadığı tartışılabilir. Ama birçok kız kitabı aynı zamanda kızlar için belli rol modelleri çizer ve kadınlığa giden süreçte onlara rehberlik etmeye soyunur. İşte Geveze Prenses’in Yeni Günlüğü, cinsiyetçiliğin kendini çok bariz bir şekilde ifade ettiği bu eserler sınıfına giriyor.

Kitabın kahramanı İlayda, gelecek yıl liseye başlayacak olan bir ortaokul öğrencisi ve can sıkıcı küçük kardeş, her şeye karışan anne-baba, regl sancıları, ilk aşk türü ergen sorunlarıyla boğuşuyor. Kitap orta ya da üst sınıfa mensup, 13-14 yaşlarındaki bir kızın az-çok gerçekçi tınıyan günlük notlarından oluşuyor. Ancak bu notlara yedirilmiş öyle (çok) dolaysız mesajlar var ki, dikkatli ve bütünsel bir bakışla irdelenmeleri gerekiyor:

“Umarım okul hayatımın sonuna kadar hep popüler bir kız olarak kalırım.” (s.13)
“Sanırım bu sene kendime gerçek bir erkek arkadaş yapma zamanı geldi.” (s.17)
“Kafeden çıkışta da alışveriş merkezine gittik. Annem bana bu sene moda olan şu balon eteklerden aldı. Üstelik de, ‘Çok havalı oldu İlayda’cığım. Şu modacılar işi biliyor,’ dedi gülerek. (s.20)
“Ben Oğuz’la evlenmeyi düşünmüyordum ki. Yani henüz düşünmedim.” (s. 50)
“İyi ki her ay ‘Hey Kızlar’ dergisi alıyorum. Geçen sayılardan birinde okumuştum, çiçekler böyle asılınca hiç dökülmeden olduğu gibi kuruyormuş.” (s.60)
“Eminim her saç telimle böyle uzun uzun uğraşmam ona oldukça garip geldi. Ama o da büyüdükçe biz kızlar için saçın ne kadar önemli olduğunu anlayacak.” (s.60)
“İlk defa onunla gelecekle ilgili konuştuk. Oğuz basketbolcu olmak istemiyormuş. Bu onun sadece hobisiymiş. (…) Makine mühendisi olmak istiyormuş.” (s.63)
“Aslında bu konuşmalardan biraz sıkıldım. Çünkü arabalar ilgi alanıma girmiyor. (…) Hem erkek arkadaşlarla kıyafetlerden ve saç modellerinden konuşulmaz ya, değil mi?” (s. 64)
“Benim tanıdığım İlayda böyle bakımsız değildi. Gözünde bir tek kalın çerçeveli babaanne gözlüğü eksik!” (s. 65)
“İki tanesi hariç hiçbiri popüler olmayan, neredeyse çoğunluğu ikinci sınıf olan kızlarla sürekli zaman geçirmek zorunda mıyım?”
“Sabah annem yüzümü görünce onun fondöteninden kullandığımı hemen anladı ve, ‘Senin yaşındakilerin cildine hiçbir şey sürmemesi gerekir. Yoksa gözeneklerin tıkanır,’ dedi.” (s. 85)
“Bu sene ortaokul bitiyor ya. Mezuniyet balosu şu yeni açılan beş yıldızlı otelde yapılacakmış ve balonun en güzel giyinen kızı kraliçe, erkeği de kral seçilecekmiş.” (s.86)
“Sonrasında abim doğduktan sonra annem geçici bir süre için bırakmış işi. İşte o gün bugündür de bir daha geri dönmemiş işine. Bazen, ‘Benim en büyük mesleğim annelik,’ der bize. Canım annem.” (s.99)
“Bugün şu boya işine o kadar çok dalmışız ki biz fark etmeden akşam oluvermiş. Tabii annem yemek yapmadığından, dışarıdan pizza istedik. Babam pizzalarımızı yerken, ‘Hanımlar umarım bu boyama merakınız çok uzun sürmez. Baksanıza şimdiden bizi unuttunuz,’ dedi. (s.101-102)
“Hadi biz kızlar oraya incik boncuk ve makyaj malzemelerimizi koyarız ama aptal bir kutu erkeklerin ne işine yarar ki?” (s. 102)
“Tabii Ayda bunu hemen ciddiye aldı ve, “Ben benim tepsilerimi vermem. Bana ne! Biz onlarla evcilik oynayacağız,” dedi. Ayda ve evcilik merakı işte!” (s.103)
“Eve gelince geçen hafta dergide gördüğüm ‘En yakın arkadaşınız gerçek bir dost mu?’ testini çözdüm. İyi ki şu dergileri saklıyorum.” (s. 117)
“Aynı testi Oğuz için de yaptım ama sadece üçüne evet diyebildim. Demek ki Oğuz benim gerçek dostum değilmiş. Acaba insanın sevgilisi aynı zamanda dostu da olamaz mı? Üff ya, şu ilişki olayı çok karmaşık!” (s. 118)
Tüm gün alışveriş merkezindeki dükkânlara girip çıktık ve bir sürü kıyafet denedik.(…)” (s. 120)
“Annem babamın tek başına gideceğini öğrenince hemen ahşap boyalarını çıkarıp yemek masasının ayaklarını boyamaya başladı. Sanırım ahşap boyamak üzüntüye ve hayal kırıklığına iyi geliyor!” (s.125)
“Çünkü bana o kadar çok anlattı ki Kapadokya’yı, çok merak ediyorum. Yaşasın! Beyaz Atlar Ülkesi’nde beyaz atlı prensimi göreceğim.” (s. 126)
“Aslında buna pek tartışma denilmez. Çünkü sadece annem konuştu. Babam da arada, ‘Ama hayatım beni yanlış anladın,’ deyip durdu. Sanırım sinirlendiğinde tüm kadınlar cadı oluyor.” (s. 126)
“Bir an onu Utku’dan ve sınıftaki herkesten kıskandım. Sonra da, ‘Saçmalama İlayda… Hadi Melisa’dan kıskan ama abartma!’ dedim kendi kendime…” (s. 131)
“Oraya giderken hangi giysilerimi götüreceğime karar vermeliyim. Belki geçen gün Ece’yle denediğimiz şu beyaz tişörtü alırım yarın… Ece, ‘bence bunu mutlaka almalısın. Çok havalı oldun,’ demişti.” (s. 132)
“Hepsi gerçekti işte. Aylardır acaba başkasına mı âşık, bana niye az mesaj atıyor, beni niye aramıyor diye düşündüğüm beyaz atlı prensim bana bir sürü mektup yazmıştı.(…) Üff ben ne aptal bir kızım, değil mi?” (s. 135)
“Oğuz, ‘Belki biz de balonda evleniriz. Ben öyle klasik salon düğünlerini hiç sevmiyorum,’ dedi. Demek benimle evlenmek istiyor. O kadar mutluyum ki! Düşünsene ben kabarık etekli gelinliğimi giymişim, Oğuz da papyonlu gri damatlığını ve balonda evleniyoruz.” (s.140,  son vurgu yazara, diğer vurgular bize ait.)

Okurlarımızı gereğinden fazla yormamak için başta buraya aldığımız alıntıların birçoğunu sildik. Ortaya çıkan tablonun buna rağmen net bir şekilde okunabileceğinden hiç şüphemiz yok. Durum kabak gibi ortada. Kitap orta ve üst sınıflara mensup kızlar için tam bir burjuva yaşam tasarısı sunuyor. Slogan: Popüler ve havalı. (Bu iki sözcük kitapta tam 25 kere -evet, üşenmedik saydık- geçiyor. Ve geçtiği her yerde olumlu bir hedef ya da durumu ifade etmek için kullanılıyor.) Yaşam alanı:  Alışveriş merkezi. (İlayda ne zaman dışarı çıksa soluğu AVM’de alıyor. Amaç ister en iyi arkadaşıyla gezmek, ister annesiyle ya da kız kardeşiyle zaman geçirmek, isterse de sevgilisiyle buluşmak olsun, yer değişmiyor.) Ana gündem: Toplumsal statü  (İlayda’nın günlüğüyle paylaştığı tüm düşünce ve duygular dış görünüş, kıyafet, yakışıklı erkek arkadaş vb. yoluyla diğerlerinden daha üstün -yani popüler ve havalı- bir konum elde etmek ya da bu konumu elde tutmak etrafında dönüyor.) Nihai erek: Beyaz atlı prensle evlenmek. (Oğuz’un onunla evlenmek istediğini öğrenmesi üzerine İlayda mutluluktan uçmakla kalmıyor, kişiliği büyük bir ‘olgunlaşma’ da geçiriyor. Artık annesinin deyimiyle “kuzu gibi” (s.144) bir kıza dönüşüyor.)

Birçok kız kitabıyla aynı şemaya sahip Geveze Prenses’in Yeni Günlüğü görünüşte modern bir kızın hayatını konu ediyor. Kız kısa etek giyiyor, erkek arkadaşıyla el ele dolaşıyor, hatta öpüşüyor. Muhafazakâr kızlardan farklı olarak aşk, regl, erkekler gibi konuları samimi ve rahat bir şekilde dillendiriyor. Aile büyükleriyle ya da okulla olan gündelik sıkıntılarını ifade etmekten de çekinmiyor. Esprili, biraz ukala ve kendinden son derece emin bir havası var. Aslında yaşıtları için tam öykünülecek bir tip İlayda.

Ama öykünülen birçok şey gibi gerçek değil. Kabul, tüm gençler gibi onun da ergenlik sıkıntıları var, o da okul ve dersten nefret ediyor, o da anne-babasının dayattığı kurallardan sıkılıyor, onun da kafasını ilk aşk ve cinsellik gibi konular meşgul ediyor. Zaten buna benzer öğeler üzerinden genç okurun kendini onunla özdeşleşmesini sağlıyor. Sonra da onlara pembe, sahte bir dünya sunuyor. Ne de olsa İlayda’nın tüm sorunları aslında son derece yüzeysel ve tıpkı “Hey Kızlar” dergisindeki bir test gibi çabucacık, kolaycacık çözülüveriyor.

Geride kalansa burjuva bir kızın mutluluğu oluyor. Bu mutluluğa giden altın anahtar da okurdan saklanmıyor. Aksine, her fırsatta hatırlatılıyor: Basketbol gibi havalı bir hobisi, makine mühendisliği gibi sağlam bir mesleği olan yakışıklı bir koca kapmak için popüler ve havalı ol. Popüler ve havalı olmak için kıyafetine, saçına, cilt gözeneklerinin tıkanmamasına dikkat et. İş kadını olarak kariyer yapabilirsin tabii, ama önünde sonunda esas mesleğinin annelik olduğunu anlayacaksın. Sevgili annen gibi. Evde bunalırsan üzüntünü zararsız faaliyetlerle bastırabilirsin. Örneğin erkeklerin hiçbir işine yaramayan aptal ahşap kutular boyabilirsin. Sonra da içine incik boncuklarını koyarsın. Bak ne güzel, tam senin gibi akıllı-uslu kızlara göre. Ama ahşap boyamayı aşırıya kaçırıp kocanı ve çocuklarını ihmal etme. Kıskançlık normal, tabii abartıya kaçmadığın sürece. Sinirlenince tüm kadınlar cadıya dönüyor, unutma. Belki de boş zamanlarını alışveriş merkezlerinde geçirmen daha iyi. Başka sorunların mı var? Kafana takma, kadın dergilerindeki testleri çöz gitsin…

Fazla mı karikatürize ettik? Hiç de değil! Buraya çizdiğimiz tablo Geveze Prenses’in Yeni Günlüğü kitabının gerçek içeriği karşısında silik bile kalıyor. Üstelik buna benzer, bundan beter gericiliklerle dolu tonlarca kitap her gün çocuklarımıza ulaşıyor.

Mikro düzeyde baktığımızda hiçbir kitap tek başına bir çocuğa ciddi bir zarar veremez. İyi bir okur olmak çoğu kez sanıldığı gibi yalnızca nitelikli kitaplar okumaktan geçmiyor. Beğeni oluşturmak, ayırt edebilmek, karşılaştırmak ve seçmemek için bile deneyimlemiş olmak gerekiyor. Çocuklarımızın okumasını istiyorsak her zaman her türlü kitapla karşılaşabileceklerine de hazır ve açık olmalıyız. Şu ya da bu türlü kitapları okumalarını engellemek değil, sorgulayabilmelerini sağlamak gerekiyor.

Ama konumuza dönelim ve ona bir de makro düzeyden bakalım. Dinsel gericiliğin çocuk kitaplarını toplumu dindarlaştırma projesinin bir ayağı olarak kullandığını söylemekte zorlanmamıştık. Burada ciddi bir tehlike gördüğümüzü de ifade etmiştik. Peki, Geveze Prenses’in Yeni Günlüğü türü kitaplar daha mı az? Daha mı masum? Değilse, fark nerede?

Evet, bir fark var. Dinsel gericilik çocuk edebiyatını istismar ederken öncelikli olarak toplumun alt kesimlerini hedefliyor. Kadercilik, dünyevi hayatın sunmadığı nimetleri ahirette arama, tevazu içinde boyun eğme o tabakalara lâzım. Geveze Prenses’in Yeni Günlüğü türü kitaplarsa üst, ama özellikle de sınıf atlama hayali kuran orta sınıflara hitap ediyor ve bir yandan bu hayali canlı tutmaya, öte yandan son derece gerçek olduğu kadar, son derece katı sınırlar çizmeye hizmet ediyor.  

Yazımızın başında bir madalyonun iki yüzünden bahsetmemiz boşuna değil. Çünkü her iki gruba giren kitaplar özünde aynı toplum tasarısının ifadesi ve piyasaya benzer bir hızla yayılıyorlar. Dur demek gerektiği ortada. Dur diyebilmekse bugün her şeyden önce çocuk ve gençlik yayıncılığında ilkeli, etik ve satış-pazarlama değil sanat-edebiyat-bilim odaklı bir duruş sergilemekten geçiyor. 

8 yorum:

  1. Madalyonun her iki yüzü için de teşekkür ederiz. Açık-Gizli tüm kitedit takipçileri adına.

    YanıtlaSil
  2. ercüment sabri23 Aralık 2012 13:52

    Ne yazık ki, 'Çocuk Yazını' ülkemizde girilmesi en kolay sanılan alanlardan biri... Sadece yukarıdaki alıntılara bakarak, ister istemez, 'Çocuk Edebiyatı olmaz!' diyenlere katılmamak mümkün değil.

    YanıtlaSil
  3. Acaba kitabın amacı genç okuruna, kitaptaki kahramanın yüzeyselliğini fark ettirip de kendisiyle yüzleşmesini sağlamak olabilir mi? Yani kimi kurguda kahramanın olumsuz özellikleri onaylanıyormuş gibi yapılabilir, öyle hissettirilir ki okurun kendi içindeki karanlıkla özdeşleşmesi sağlanabilsin. Bu noktadan sonra kurgu, okuru birden özeleştiriye savurabilir ve kendi gerçeğini kahramanın aynasında bütün çıplaklığıyla gören okur, kendi değişiminin kapılarını aralayabilir.

    Sözü edilen kitabı okumadığım için, bilemiyorum. Demek istediğim, romanın son bölümlerinde kahramanın hangi noktada olduğu ve okuru hangi duruma, hangi yargıya hazırladığı önemli. Belki sözü edilen ve eleştirilen tüm bu cümleler (yukarıya alınan cümleler), bu yüzleşmeye/hesaplaşmalara doğru akan bir nehirdi, ya da değildi. Okumamış biri olarak kesin bir yargı üretemem tabii ki. Yalnızca yorum yaptım.
    Sevgiler,
    aytül akal

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz ve kaygınız için çok teşekkürler. Çünkü kitabı okurken son sayfalara kadar biz de bunu umut ettik. Ama ne yazık ki böyle bir sonuca ulaşamadık. Üstelik beklentimiz illa okuru özeleştiriye götüren bir kurgu değildi. Kitabın, alışveriş merkezine takılan, moda ve erkekler dışında fazla bir şey düşünmeyen gençlerin dünyasına gerçekten kapı aralaması, bu dünyayı daha iyi anlamamızı sağlaması ya da edebi nitelikler taşıması da çok farklı düşünmemize yol açacaktı. Ama her şey öyle yüzeysel, öyle lay lay lom işleniyor ki... İlayda'nın sırf hava ve popülerlik uğruna kurulmuş sahte bir edebiyat kulübünden ayrılması ve gerçek bir şiir kulübü kurması kitapta olumlu hanesine yazabileceğimiz tek nokta. Ki o şiir kulübü bile ünlü yazarları okula davet etmek ve bunun üzerinden hava yapmak çerçevesinde gündeme getiriliyor esas olarak. Tabii yazarın amacı, niyeti için bir şey söyleyemeyiz. Son derece iyi niyetlerle yazılmış bir kitap da olabilir. Ama iyi niyet bazen(özellikle de sorumluluktan uzaksa) hiçbir şeydir. Öte yandan bu eleştiri tüm diğer eleştirilerimiz gibi maddi verilere dayandığı kadar, bu maddi verilerden hareket eden kişisel yorumlarımızı içeriyor. Ele aldığımız kitap ve konularla ilgili farklı yorumlar, düşünceler olan okurlarımızı düşüncelerini paylaşmaya davet ediyoruz. Bu çok daha canlı ve verimli bir tartışma ortamının doğmasını sağlayabilir. Bizce çocuk yazınımızın ve yayıncılığımızın buna ihtiyacı var kesinlikle...

      Sil
    2. Aslı Motchane25 Aralık 2012 19:08

      Gerçekten kız çocuklarının katı cinsiyet kalıplarının içine hapsedildiği bir çok kitap yayımlanıyor. Ancak yaptığınız alıntılar, "Geveze Prenses'in Yeni Günlüğü"nün bunun bir örneği olduğu kanısını vermiyor. Aksine, bu kısa alıntılar bile, ergenlik çağındaki kızların kaygılarını, cinsiyet rollerine ve kendilerine bakışlarını gerçekçi bir biçimde ve yargılamadan yansıtıyorlar.

      Onüç yaşındaki bir çocuğun akranları tarafından kabul görmek ve beğenilmek için yanıp tutuşması ve bunun için akran grubunun tanımladığı yüzeysel ölçütlere uymaya çalışması, genç kızların güvensizlikleri, kendilerine erkeklerin gözünden bakarak kendilerini aşağılamaları, bazı annelerin ev ile alışveriş merkezleri arasında yaşadıkları ama ifade edemedikleri cehennem, sahici ve yalın bir biçimde anlatılmış kanımca.

      Onüç yaşındaki bir kızın ağzından yazıldığı için, anlatımın sizin deyiminizle yüzeysel ve "lay lay lom" olması doğal. Ergenlik çağındakilerin kabul görme ve beğenilme ölçütlerini özetleyen "popüler", "havalı" sözcüklerinin sık kullanılması da kaçınılmaz. Bu sözcüklerin kaçar kere kullanıldığını saydığınıza göre, sanırım bunları yadırgadınız. Ancak bu yaş grubu için "popüler" ve "havalı" kavramların önemini ve kapsamını başka sözcüklerle anlatmak olanaksız.

      Yaptığınız alıntılarda çok dokunaklı bölümler de var. Örneğin İlayda'nın annesinin, kızıyla birlikte yaptıkları bir işe dalıp yemek yapmadığı için eşinden neredeyse azar işitmesi, annesini çok üzüp düşkırıklığına uğratan bir durumda İlayda'nın, babasının tarafını tutarak annesini "cadı" olarak tanımlaması ve yine İlayda'nın kendisinden çeşitli nedenlerle sık sık "aptal", "saçma" diye söz etmesi... Özellikle de "Biz kızlar bu kutuyu kullanabiliriz ama erkekler böyle aptal bir kutuyu ne yapsınlar," gibi erkek söylemi ile kendisini aşağılayan bir ifade kullanması ne kadar acıklı ve düşündürücü! Oniki yaşındaki bir okurun bu durumlara eleştirel bakabileceğini ben örneklerden biliyorum, yazarın da bildiğini düşünüyorum.

      Çocukların ve gençlerin dünyası, büyüklerin dünyasının yansımaları ile dolu. Nasıl İlayda'nın kendisine bakışı erkeklerin yargılarından kaynaklanıyorsa, daha gencecikken okuldaki erkek arkadaşına bakışı da büyüklerin beklentilerini yansıtıyor: Oğuz, basketbolu yalnızca hobi olarak yapıyormuş, aslında makine mühendisi olacakmış. (Diğer bir deyişle hayta olmayacak, ciddi bir mesleği olacak.) Asıl gülünç olan, henüz ergenlik çağındaki bir kızın günlüğündeki saçmalıklar değil, bu yaştaki çocuklardan böyle "ciddi" bir ilişki bekleyen abuk subuk zihniyet.

      Bunun dışında açık bir ironi içeren alıntılar da yapmışsınız, "Hey Kızlar" dergisindeki "En yakın arkadaşınız gerçek bir dost mu?" başlıklı test ile ilgili bölüm gibi.

      Anladığım kadarıyla, "Geveze Prenses'in Yeni Günlüğü", çocuk ve gençlik edebiyatımızda az rastlanan bir biçimde, İlayda ile açık bir biçimde alay etmekten ve ona ders vermekten kaçınıyor. Eğer kitabın son bölümünde İlayda, kendisine değer yargılarının ne kadar saçma olduğunu "öğretecek" bir kişi ile karşılaşsaydı, sanırım yazar bu tür bir eleştiriye hedef olmazdı. Ancak bu durum gerçekçi olur muydu? Gerçekçilik bir yana, okur üzerinde etkili olur muydu? Kuşkuluyum.

      İlayda gibi, okur da, kaçınılmaz bir biçimde, ergenlik dönemini bulunduğu çevrenin koşulları içinde yaşayarak büyüyecek ve gözlemlerinden kendi sonuçlarını çıkaracak. Oniki yaşlarındaki bir çocuğun, bu kitaptan İlayda'nın yaşamı ile ilgili bazı sonuçlar çıkarması için ise, kitabın "sahici" olması, bu çevredeki çocukların gerçek kaygılarını, gerçekten kullandıkları dil ile ve gerçekten yapacakları yorumlar ile anlatması zorunlu. Yaptığınız alıntılar da bunun iyi bir örneği gibi gözüküyor.

      Bu siteyi kurduğunuz için çok, çok teşekkür ederim.

      Sevgiler...

      Sil
    3. Biz de, farklı bir bakış açısından yazımıza yanıt verdiğiniz, yorum yaptığınız için çok çok teşekkür ederiz. Bu tutumu gerçekten çok önemsiyoruz. Çünkü amacımız karalama değil, eleştirel eleştiri yoluyla çocuk ve gençlik edebiyatının gelişimine katkıda bulunmak, sorunları etrafında farklı fikirlerin açıklık içinde ifade edilebileceği bir tartışma platformu yaratmak.
      Bu çerçevede de yorumunuza ilişkin bir iki noktayı açmak istiyoruz. Yazar kitabının sonunda İlayda’nın karşısına doğru yolu gösterecek bir kişi çıkarsaydı ya da İlayda kendiliğinden, öylesine bir bilinç evrilmesi yaşasaydı kitabı büyük ihtimalle didaktik olarak değerlendirecek ve o yönden (de) eleştirecektik. Bizim sıkıntımız kitabın didaktik ya da öğretici olmaması değil.
      Sayın Aytül Akal’ın yorumuna yanıt verirken de ifade ettiğimiz gibi kitabın 13-14 yaşlarındaki bir kızın hayatına, dünyasına kapı aralaması ya da onun gibi yaşayanlara ayna tutması gerekiyordu. Evet İlayda gibi tümüyle tüketim toplumun etkisinde olan kızlar var. Ama o kızların hayatı da toz pembe değil. İlayda’nın anne-babası birbirine aşık örnek bir çift, anne de, baba da, abi de, kız kardeş de toplumsal rollerinden en ufak bir rahatsızlık duymuyorlar. Aile içinde hiçbir ciddi sorunları yok. Halbuki tüketim toplumun örnek ailelerine ışık tuttuğumuzda bambaşka bir gerçeklik var orada. Evet o yaşlardaki kızlar popüler ve havalı olmak için, toplumun onlara dayattığı rollere uymak için yırtınıyorlar, ama bunu yaparken çok da acı çekiyor, örseleniyor, kişiliklerinden ödün veriyor, dar sınırlar içinde sıkışıyorlar. Bunların hiçbiri yansımamış kitaba. Lay lay lom ve yüzeysel derken bunu kastediyoruz. Genç okur bu kitapta İlayda gibi kızların gerçek hayatlarıyla (sahne arkasıyla) karşılaşmıyor, gerçek (derindeki) duygularıyla yüzleşmiyor kesinlikle. 25 kere popüler ve havalı demek ama bunu derken arkasında gizlenen gerçekliği teğet geçmek var, 25 kere popüler ve havalı demek ama bunu derken arkasında gizlenen gerçekliği can yakıcı bir şekilde hissettirmek var. Biz kitabı okurken tanıdığımız onca İlayda’yı göremedik doğrusu. Aynı şekilde tanıdığımız onca İlayda’nın da bu kitapta kendi gerçekliklerini göremeyeceğini düşünüyoruz. Tam aksine, bizce bu kitap onlara fazla sorgulamaya değmez, kafana takma, bak hayatın ne güzel diyor esasında…

      Sil
    4. Ansızın bir Nasreddin Hoca havası estirmiş gibi olacağım ama... Yazıyı ilk okuduğumda Kitedit'in açısından bakabilmiştim. Yorumları okuyunca, meseleye hem Aytül Hanım'ın hem Aslı Hanım'ın penceresinden de bakabildiğimi fark ettim. Kendi adıma, bir kitapla ilgili yorum yaparken kendi bakış açımı dayatmamaya özen göstersem de "yönlendirme" yapmış olma riskinin daim olduğunu biliyorum. (Elbette bir kitap hakkında yorum yapınca yönlendirme de yapıyorsun Yıldıray, ne demek istiyorsun?) Demek istediğim şu: Benim yorumum hangi ruh haliyle, hangi algı açıklığıyla, hangi birikimle, deneyimle yapıldı? Ben hangi konularda ne kadar açık görüşlü, hangi konularda ne kadar atgözlüklüyüm? Peki ya benim yazdığım yorumu okuyacak okur? Kitedit zaten söylemiş, yazarın niyetini bilmiyoruz. Okurun niyetini de bilmiyoruz. Eğer kitapların mutlaka bir "yarar" sağlaması gerekiyorsa, bence her kitaptan çıkarabileceğimiz birçok "yarar" vardır. Ne bileyim, sadece okuma alışkanlığının sürdürülebilirliğine hizmet ediyordur, minicik bir deneyim aktarıyordur vs. Bu da tamamen bakış açılarıyla, algı açıklığıyla, okuma sırasındaki ruh durumuyla vs. ilgilidir. Dolayısıyla Aytül Hanım'ın dikkat çektiği noktalar da, Aslı Hanım'ın yorumları da benim için zihin açıcı. Öte yandan Kitedit'in vurguladığı nokta önemli ve düşündürücü. Kitedit "Kitabın derinliği yok, düşünsel atlyapısı yok," diyor diye anlıyorum. Aytül Hanım'ın ve Aslı Hanım'ın yorumlarını "okurun deneyimine ve okurun algılama, çözümleme, birleştirme becerilerine güvenmeliyiz," diye anlıyorum. Benim için enfes bir "Çocuk kitapları eleştirisine giriş 101" dersi oldu, Kitedit'e, Aytül Hanım'a ve Aslı Hanım'a teşekkür ederim.

      Sil
    5. Bu tartışmanın böyle boyutlanması ne güzel, ne umut verici. Kitedit’in söylediği başka bir şey daha var, diyerek biraz daha geliştirelim.
      Çünkü sözü edilen yazı aslında Geveze Prenses’in Yeni Günlüğü kitabının eleştirisinden ziyade (bu kitap bir prototip olarak örnek gösterildi), son dönemde çocuk ve gençlik edebiyatında öne çıkan bir eğilimin eleştirisiydi. Madalyonun iki yüzünden bahsetmiştik. Dinsel paradigmalardan hareket eden kitapları rahatlıkla bir bütünün parçaları, belli politikaların uzantıları olarak görebiliyorken, madalyonun diğer yüzünde yer alan kitaplara bütünsel bakmakta zorlanıyoruz. Burada altını çizmek istediğimiz bir nokta daha var. Geveze Prenses’in Yeni Günlüğü edebi nitelikler taşıyor olsaydı, Kitedit onu bağımsız bir sanat eseri olarak değerlendirecek ve o yönden eleştirecekti. Ama kitabın edebi olarak, edebiyat eleştirisine konu edilemeyecek denli zayıf ve yüzeysel olduğunu düşünüyoruz. Kitabı çok dikkatli okuduk ve yazarın niyetinden bağımsız olarak, tüketim toplumun şekillendirdiği gençleri konu etmekten çok, o gençlerin rahatlıkla, lay lay lom tüketebileceği okuma malzemesi sunduğu sonucuna vardık. Mikro düzeyde hiçbir kitabın hiçbir çocuğa tek başına ciddi bir zarar vermeyeceğini düşündüğümüzü zaten belirtmiştik. Biz de çocukken, gençken bir dizi kitabı böyle lay lay lom tükettik ve bunun bize zarar bir yana belli katkılar da oldu. Oysa tartışmak istediğimiz bu işin makro düzeyi. Yani çocuk edebiyatının bir tüketim nesnesine dönüştürülmesi, içeriğinin de tüketim toplumunun ihtiyaçlarına uygun haline getirilmesi. Bu eğilimin sorumlusu kuşkusuz Geveze Prenses’in Yeni Günlüğü’nün sayın yazarı Koray Avcı Çakman ya da son derece iyi niyetlerle hareket ederken benzer kitaplar üretenler değil. Tartışılması gereken bambaşka şeyler var. Özel okul satışı endeksli yayıncılık gibi… Kız kitaplarının hangi ihtiyaca denk düşmesi gibi… Çocuk edebiyatının gerçekten edebi özellikler taşımasının önemi gibi…

      Sil