11 Kasım 2012 Pazar

Çöp Adam Konuştu - İyi de ne anlattı?


Bir çocuk kitabı illa ders vermek zorunda değil.
Bir çocuk kitabı illa sevgi, barış, çevre, paylaşım gibi temel ya da büyük meseleleri konu etmek zorunda değil.
Bir çocuk kitabı illa süslü bir dil ile yazılmak zorunda değil.
Bir çocuk kitabı illa …
Bir çocuk kitabında illa olmaması gereken özelliklerin listesi uzatılabilir. Ama bu listenin sonuna mutlaka eğer ile başlayan birkaç madde eklenmeli.

Eğer kitabın güçlü bir hikayesi varsa. Eğer kurgusu sağlamsa. Eğer dili ve anlatımı özgünse.

Çünkü, nitelikli bir çocuk romanı ya da öyküsünün başlıca dayanakları bu üç unsurdur: Güçlü bir hikaye, sağlam bir kurgu, özgün bir anlatım.

Bunları saptarken yeni bir şey söylemediğimizin, Amerika’yı yeniden keşfetmediğimizin farkındayız. Çocuk edebiyatıyla ilgilenen herkesin bildiği, kabul ettiği, üzerinde birleştiği doğrulardan bahsediyoruz.

Gerçekten öyle mi acaba? Doğrusu, son zamanlarda okuduğumuz birçok çocuk kitabı bu bilincin hiç de sanıldığı kadar berrak olmadığını düşündürttü bize. Böyle düşünmemize neden olan eserlerden biri de Özlem Atasoy adlı genç yazarın ilk çocuk kitabı Çöp Adam Konuştu. ( Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı: Mayıs 2012, çizimler: Zeynep Özatalay, editör: Nevin Avan Özdemir)

Daha ilk ele alındığında insana gülümseyen kitaplardan Çöp Adam Konuştu. Canlı renklerin kullandığı kapaktaki görsel hem merak uyandırıyor, hem de kitap başlığıyla uyum içinde. Sayfaları karıştırdığınızda araya eğlenceli çizimlerin serpiştirildiğini, rahat okunan bir font seçildiğini, bazı ifadeleri vurgulamak için farklı yazı karakterlerinin kullanıldığını görüyor ve ne hoş diye düşünüyorsunuz.

En azından biz öyle düşündük. Kitabı okuyunca olumlu hanesine yazdığımız bir diğer özellik, yazarın çocuk karakterlerini seslendirirken yakaladığı başarı oldu. Öykü Kerem adlı çocuğun ağzından anlatılıyor. Başkahraman dokuz yaşında ve az çok dokuz yaşında bir çocuk gibi konuşuyor, hissediyor, davranıyor gerçekten.  Kitap bu yanıyla daha önce eleştiri konusu ettiğimiz eserlerin çoğundan ayrılıyor ve Özlem Atasoy’un gelecekte daha başarılı eserler vereceğine dair umut uyandırıyor.

Böylece, onun ilk eseri Çöp Adam Konuştu’yu (yeterince) başarılı bulmadığımıza da gelmiş olduk.

Nedenlerine geçmeden önce kitabın kısa özetini verelim:

Kerem dokuzuncu yaş gününde bir parti düzenliyor. Hediyelerin arasında bir yaz-boz da var. “Ne çizeceğim ki ben buna?” (s.12) diye düşünürken bir çöp adam resmi yapıyor. Çizdiği çöp adamın birden canlanıp odasında bitmesi karşısında da ödü kopuyor. Oğlu korkuyla bağırdığı için meraklanan anne salondan Kerem’e sesleniyor. Bunun üzerine Çöp Adam Kerem’den, onu, anneye yakalanmadan silmesini istiyor. Bu ve Kerem’in daha sonraki denemeleri sayesinde yaz-bozun sırrı çözülüyor. Üzerine çizilen resimler canlanıyor/nesneye dönüşüyor, silinince de yok oluyor. Kerem tekrar tekrar çizdiği Çöp Adam’la dostluk kuruyor. Kimi zaman playstation’da yarıştığı oyun arkadaşı, kimi zaman da sırdaşı oluyor. Kerem, Çöp Adam’ın verdiği tüyolar ve yaz-bozun sihirli güçleri sayesinde önce sürekli evlerine gelen ve bir sürü sıkıcı soru soran Sultan Teyze’den kurtuluyor, ardındansa okulda sevdiği kızın, yani Merve’nin dikkatini çekmeye çalışıyor.

Kitabın kurgu sorunları da burada başlıyor. Çünkü Kerem, Sultan Teyze’den kurtulmak için çizdiği ve teyzenin üzerine saldığı kirpiyi çok seviyor ve onu sildikten sonra tekrar canlandırmaya karar veriyor: “Sultan Teyze’yi gönderdikten sonra, kirpiyi tekrar çizdim. Çok tatlıydı. Onu çok sevdim. Benimle kalsın istedim. Onu alıp annemden gizli bahçeye çıkardım. Ağacın dibine yer yaptım. O günden sonra da sık sık yanına gittim.” (s.32-33)

Kerem’in Çerpik adını koyduğu kirpi bahçede yaşamaya devam ettiğine ve yaz-bozun sihirli mantığına göre silinmemiş olması gerekiyor.

Öyle mi acaba? Birkaç gün sonra okulda Merve’nin bakışları Kerem’in yaz-bozuna takılıyor: “’O ne?’ / ‘Yaz-boz!’ / ‘Ne yapıyorsun onunla?’ / ‘Şeyy hiçç… resim yapıyorum.’ / Şaşkın şaşkın yüzüme baktı. Anlamadı tabii. Sanırım o anda aptal gibi görünüyordum. / ‘O zaman bir resim yap da görelim,’ dedi.” (s. 34-35)

Kerem, Merve’ye “resim yapıyorum” açıklaması yapmasına rağmen, Merve onun yaz-bozla ne yaptığını anlamıyor. O kadar ki, Kerem kendini aptal gibi hissediyor. Galiba, Merve gerçekten de yaz-bozda aslında olması gereken kirpi resmini göremiyor. Görseydi, “O zaman bir resim yap da görelim” demezdi, büyük ihtimalle.

Ama küçük bir ihtimal daha var. Yazarın ya da editörün kurgudaki bu boşluğu fark edip soruna bir çözüm bulmaya çalışması ihtimali, yani. Ki kitapta olan da bu. Ne yazık ki çok gecikmiş, çok eğreti bir şekilde:  “Tam uykuya dalacakken birden aklıma geldi. Yaz-bozum nerede? Hemen kalktım. Dolabımı açtım. Hah tamam! Neyse ki orada duruyordu. Çeprik ve Zeynep de çizili halde. Süper. Yaz-bozumu çok iyi saklamalıydım. Çünkü artık Zeynep hiç silinmesin, hep kalsın istiyordum.” (s.71)

Arada neler neler oluyor, yaz-boza neler neler çizilip tekrar siliniyor, ama ancak sayfa 71’de Çeprik’in resminin hep korunduğunu öğreniyoruz.

Bir yaz-bozun boyutu ne olabilir ki? Kitabın başında Kerem, “Bakınırken gözüm yaz-boza takıldı. Büyük defter boyutundaydı.” (s.12) derken yanlışı var, herhalde. Ama aceleyle karar vermeyelim. Kim bilir, belki de Kerem’in çizimleri küçüktür. Öyle ya, Merve ondan bir resim yapmasını isteyince, artık orada olduğunu bildiğimiz kirpinin yanına bakın daha neler çiziveriyor: “Bir bahçe yaptım içine de bir koyun, iki koyun… çizmeye başladım.(…) Bir kuzu, iki kuzu yaptım. Derken bir koyun sürüsü oldu. Çocuklar da yaptım. (s.36)

Kerem büyük defter (yani A3) boyutundaki bir yaz-boza onca şeyi sığdırmakta epey başarılı olsa da, aynı başarıyı Merve’nin ilgisini kazanmakta gösteremiyor. Sonunda, Çöp Adam’ın önerisini dinlemeye, yani Merve’yi kıskandırmaya karar veriyor. ‘Kiminle?’ sorusuna uygun yanıt bulunamayınca devreye yaz-boz giriyor. Çöp Adam Kerem’i yüreklendiriyor: “’Buldum dostum buldum. Çizeceksin. Hadi, beni çizdiğin gibi, şöyle güzel, ama Merve’den daha güzel bir kız çiz,’” (s.52).

Merve’den daha güzel bir kız olabileceği fikrine bile tahammül edemeyen Kerem , yine de çizmeye başlıyor. Ama Çöp Adam, Kerem çizdikçe karşılarında dikilmeye başlayan kızların hiçbirini beğenmiyor:

“’Dostum bu kız şeeeyy biraz kısa sanki boyu,’ dedi. Evet baktım da boyu benim omuzuma anca gelir. / ’Ne yapacağız peki?’ / ‘Sileceğiz.’ / ‘Şeyy pardon,’ diyerek, kızı bir çırpıda sildim. / ‘Dikkat et dostum. Boyu posu biraz daha uygun olsun sana. Hadi…’ / Tekrar işe koyulup, başka bir kız çizdim. Çöp Adam bana doğru eğildi, fısıldayarak ‘Dostum bu ne yaa! Basketbol liginde mi oynayacak bu kız, boyu neredeyse senin iki katın,’ dedi. Baktım, evet haklıydı. Bu da çok uzun olmuştu. / Sildim. Tekrar çizdim. / ‘E bunun da burnu uzun.’ / Onu da sildim. Başka bir kız çizdim. / ‘Bacakları kısa.” / Bu kızı da sildim. (…) / ‘Cadıya benziyor.’ (…) / Çizdim. Çizdim. Bir daha çizdim. / ‘Aaa! Bu kız? Aaa! Aynı Nurten Teyze’ye benziyor.’ (…) ‘Bizim alt kattaki komşu; o kadar şişman ki, merdivenlerden inerken top gibi yuvarlanıyor sanıyorsun,’ dedim. Kahkahayı bastık. “ (s. 55-57)

Alıntılardan yansıyan tablo standart güzellik anlayışına uygun olduğu kadar da ayrımcı. Okur olarak bizi rahatsız etmesi de esas olarak buna dayanıyor. Tamam, 9 yaşındaki bir çocuktan ve onun yarattığı Çöp Adam karakterinden standart ölçülerin dışında uzun, kısa ya da şişman olan, büyük burunlu ya da kısa bacaklı kızları, ‘ideal’ ve ‘örnek’ bir tutumla en az diğerleri kadar güzel bulmalarını beklemiyoruz. Ama yazardan, karakterlerinin özellikle bu tutumlarına ışık tutarken bir amaç gütmesini bekliyoruz.Ve bu amacın hikayeye bağlanmasını, karakterleri daha iyi anlamamızı sağlamasını tabii.

Oysa olan bu değil. Olan çizilen son şişman kızın sinirlenip Kerem ve Çöp Adam’ı bir güzel paylaması: “Kızların hepsi içerde ağlıyor haberiniz var mı? Hepsine bir kusur bulmuşsunuz. Şunlara bak, siz çok mu yakışıklısınız? Ayy biz de size bayılıyoruz di mi?” (s. 57-58)

Bir an, demek  yazarın amacı gerçekçi karakterler yaratmak değil, bu sahne üzerinden ayrımcılık karşıtı bir mesaj vermek diye düşünüyoruz, doğallığında. Didaktik mesajlardan genelde hoşlandığımızı söyleyemeyiz, ama dürüst olmak gerekirse yine de su serpiliyor içimize.

Ta ki bir alt paragrafı okuyuncaya dek:  “Kız resmen çıldırdı, biz de şaşkınlıktan sus pus olduk. Çöp Adam aşağıdan bacağımı dürtmeye başladı. Ağzını kapatıp dişlerinin arasından, tabii kıza çaktırmadan ‘dostummm siiiillllll, siill dostuummmm.’ dedi. Ben de elimi çabuk tutup, kıza çaktırmadan bir çırpıda sildim. Şu kadarını söyleyeyim, kollarını bacaklarını sildim. Kız hala konuşuyordu. Neyse ki gitti. Hıuhhh… Derin bir nefes aldık. / ‘Gitti mi dostum?’ / ‘Gitti gitti. O neydi öyle yaa?’ / ‘Dostum böyle kız olacağına, ömrümün sonuna kadar hiç kız arkadaşım olmasın razıyım.’” (s. 58)

“Böyle kız olacağına, ömrümün sonuna kadar hiç kız arkadaşım olmasın” tanımlaması kız Kerem ve Çöp Adam’ın ayrımcı tutumlarına haklı olarak sinirlendiği için mi, şişman olduğu için mi yapılıyor bilmiyoruz, ama didaktik bir mesaj kaygısıyla yapılmadığından eminiz. 

Eh, yazımızın en başında da belirttiğimiz gibi bir çocuk kitabı illa ders vermek zorunda değil. Öyleyse bizi rahatsız eden ne?

Bizi rahatsız eden bu sahnelerin kitabın hikâyesine nitelikli bir katkı sunmaması. Bizi rahatsız eden bu sahnelerin olumlu ve olumsuz yanlarıyla gerçekçi karakterlerin dünyasına  daha iyi nüfus etmemizi, davranışlarının arka planında yatan olguları daha iyi anlamamızı, kendimizi onların yerine koyarak onlarla birlikte çeşitli deneyimler (yenilgiler ya da başarılar) yaşamamızı sağlamaması.

Dahası tek başına, hikayeye zenginleştirici, nitelikli bir katkı yapmadan kaldıkları için tersinden bir mesaja  dönüşüyorlar. ‘İnsanları ideal güzellik anlayışına göre değerlendirmek, ayrımcılık yapmak meşrudur’ mesajından bahsediyoruz. Bu mesaj, çocuk kitaplarına kör parmağım gözüne serpiştirilen didaktik derslerden daha dolaylı olabilir. Ama bu onu hafifletmediği gibi iticiliğini de ortadan kaldırmıyor.

Kaldı ki aynı mesaj hikâyenin devamında daha da derinleştiriliyor. Güzellik anlayışına uygun bir kız çizmeyi önce beceremeyen Kerem, sonunda onu gece rüyasında görüyor. Rüyasında gördükten sonra da çiziveriyor: “Sanırım onu çizebildim. Sarı sarı uzun saçlaaarrr, biraz kıvırcık…evetttt gözler maviii, beli de incecik vee kıpkırmızı bir elbiseeee, evet işte bu.” (s.63)

Uzunu, kısayı, şişmanı beğenmeyen Kerem beğense beğense bu kızı beğenir tabii: Uzun sarı saçlı, mavi gözlü, incecik belli, üstelik de pantolonlu falan değil, kıpkırmızı elbiseli!

Kız kendini Zeynep olarak tanıtıyor ve Kerem’in Merve’yi kıskandırma planına hemen katılmaya razı oluyor. Merve’yi kıskandırmak için Kerem’in sevgilisi rolüne giriyor.

Başta Kerem’in aklı fikri Merve’de. Ama hikâyeden çıkarabildiğimiz kadarıyla Merve tutarsız, dengesiz ve epey sevimsiz bir tip. Hadi, Tahir’den hoşlanmasını, bu yüzden Kerem’in yakınlaşma çabalarına yüz vermemesini anladık. Ama Kerem’le bir yandan hiç ilgilenmiyorken, yani Zeynep’i aslında kıskanma nedeni yokken, o kıza çelme takıp burnunu kanatmasının nedenini kendimize bir türlü açıklayamıyoruz. Kerem’in ona hediye etmek üzere yaz-bozuna çizdiği kediyi (yani canlı halini) görünce önce sevinçten deliye dönmesini, kedi elini tırmalayınca da Kerem’e düşman kesilmesini de anlamlandıramıyoruz.

Belki de onu olduğu gibi, yani tutarsız, dengesiz ve epey sevimsiz bir tip olarak kabul etmek en iyisi. Zaten Kerem de bir süre sonra “Merve, ahh Merve, onun için her şeye değer.” (s.87) düşüncesinden uzaklaşıyor ve “Tahir geldi. Sırasına oturdu. Dönüp arkasına Merve’ye baktı. Merve yüzünü çevirdi. Belli ki kavga edip küsmüşler, ama niye? / ‘Amaaannn! Bana ne. Küserlerse küssünler.’” (s.112) noktasına geliyor.

Arada neler mi oluyor? Kerem’in ailesi ve Zeynep’in ailesi (evet, Kerem yaz-bozuna kirpinin yanı sıra yalnızca Zeynep’i değil, onun evini, annesini ve babasını da sığdırıyor) arkadaşlık kuruyor ve sık sık birlikte zaman geçirmeye başlıyor. Zeynep’in babası Kerem’in babasıyla tavla oynadıkları yine böyle bir günde iki arkadaş Avatar filmi hakkında sohbete dalıyorlar. Sonunda Kerem yaz-bozuna Avatar’daki kuşlardan birini (evet, kirpi ile Zeynep, Zeynep’in ailesi ve onların evinin yanına) çiziyor. Kuş, sırtına binen iki çocuğu bir geziye çıkarıyor ama giderek uzaklaştığı için Zeynep korkmaya ve ağlamaya başlıyor. Bunun üzerine kahramanımız Kerem, sesini duyuramadığı kuşun boynuna tırmanıyor, kulağına ulaşıyor ve artık dönmeleri gerektiğini söylüyor.

Burada, yeri gelmişken, araya kurguyla ilgili bir not girelim. Kerem, daha önce kuzu, koyun resmi yapıp da okulun bahçesi birden çiftlik hayvanlarıyla dolunca herkes şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş, dahası televizyoncular gelip olayla ilgili haber yapmıştı. Nedense bir apartman dairesinden  (kapısından mı, balkonundan mı, penceresinden mi bilmiyoruz, kitapta yalnızca, “Dışarı çıktık ve bir anda yükseldik.” deniyor. s. 103), sırtında iki çocukla uçuşa geçen kocaman bir Avatar kuşu benzer bir tepki yaratmıyor.

Ama buraya takılmayalım ve asıl konumuza, yani Kerem’in artık Zeynep’i neden Merve’den çok sevmeye başladığına gelelim. Daha önce de öğrendiğimiz gibi kız çok güzel. Kerem’e, Merve’yi kıskandırma planı dahilinde iyi (hatta sevgili gibi) davrandığını da biliyoruz. Etti mi iki neden. Ama fazlası var. Zeynep, onu kuşlu maceranın sonunda kurtarması üzerine Kerem’in elini tutup yanağını öpüyor: “’Beni kurtardın, çok cesursun,’ dedi ve elimi tuttu. Çok garipti. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Sanki kalbimin üstünde kelebekler uçuşuyordu. (…)/ Durun dahası var. ‘Çok teşekkür ederim,’ diye eğilip yanağımı öpmez mi? Evet, Zeynep beni öptü.” (s.112)

Sarışın, mavi gözlü¸ ince belli kızlardan hoşlanan bir erkek çocuğu, edilgen bir şekilde kurtarılmayı bekleyen ve ona kahraman gibi hissettirip, teşekkürünü öpücükle sunan bir kıza aşık olmayıp da ne yapsın?

Böylece geldik kitabın ayrımcı mesajlar vermekle kalmadığı, ayrıca basbayağı cinsiyetçi rol modelleri çizdiğine. Sırf erkeğin isteklerini yerine getirmek, onu sevmek üzere yaratılmış güzel ve zayıf kız. Kızı koruyan güçlü, akıllı ve cesur erkek.

Ama yeri gelmişken araya kurguya dair bir not daha ekleyelim. Kerem ve Zeynep Avatar kuşuyla birlikte sağ salim eve ulaştıktan sonra elektrik kesiliyor ve Kerem’in annesi, Kerem kuşu yaz-bozdan silemeden odaya dalıyor. Odanın içerisi öyle karanlık ki anne kocaman bir kuşla karşı karşıya kalmasına rağmen bir gariplik fark edemiyor. “Annem tam da kuşun önünde duruyordu. Hiiii! Az önce korkudan sıçramıştım ya, silgiyi düşürmüşüm. Yok bulamıyorum. İyice panikledim. Annem kuşu görecek.” (s.109)

Anne koca kuşu göremiyor ya, doğallığında Kerem de silgiyi bulamıyor. Sonunda anne silginin üstüne basıyor, silgi de tekrar Kerem’in eline geçiyor. “Silgiyi bulmuştu. Elinden kaptığım gibi silmeye başladım. Kuş kayboldu.” (s.11)

Kuş kayboluyor ama Zeynep’e, ailesine, evine ve kirpiye bir şey olmuyor. Kerem o karanlıkta onca şeyin çizili olduğu yaz-bozdan yalnızca kuşu silmeyi başarıyor. Büyük yetenek doğrusu!

Tabii kitaba bir de son lâzım. Yazar bunun için Kerem ve Zeynep’i kavuşturmayı seçmiş. Halbuki Zeynep’in kaderi yaz-boza bağlı. Önceki sayfalarda Kerem’le okura Çöp Adam üzerinden duyurulduğuna göreyse yaz-bozun sihri kaleminin bitmesiyle sona erecek. İşte, bu da kurguyu çıkmaza sokuyor.  

Ama mucizeler ne için var?! Bu tür sorunları en kolay yoldan çözmek için olsa gerek. En azından Çöp Adam Konuştu kitabının sonu bize bunu düşündürüyor: “’Nasıl yaa? Ne olacak şimdi? Her şey bitti mi yani? Gidecek misin?’ / ‘Evet dostum… üzgünüm.’ / ‘Hayır Çöp Adam lütfen gitme…’(…) / ‘Peki ya Zeynep? O da mı gidecek?’ / ‘Dostum artık sana söyleyebilirim, bu yaz-bozun bir mucizesi var.’ (…) / ‘Evet. Mucize. Kalemin bittiğinde, o zamana kadar yaz-boza çizdiğin ve en çok sevdiğin kimse, o seninle birlikte bu dünyada kalıyor.’ (…) / ‘Zeynep mi?’ / ‘Bilmem, bunu sen göreceksin.’” (s.114-115)

Kitap Kerem’in Zeynep’in yaz-boza çizdiği en sevdiği kişi olduğunu anlaması, yani yaz-bozun kalemi tükenmiş, sihri de bitmiş olmasına rağmen onu canlı kanlı görmesiyle sona eriyor, dememizi bekliyorsunuz şimdi. Evet, biz de öyle demek isterdik doğrusu. Çünkü öyle olsaydı yukarıdaki “mucize” görevini yerine getirmiş, kurgudaki çıkmaz kolaycı ama yine de az-çok tutarlı bir şekilde çözülmüş sayılabilirdi.

Ne var ki yazar bu sonla yetinmek yerine, onu biraz süslemeyi, taze kavuşturduğu sevdalıları bir de ortak bir tatile çıkarmayı tercih etmiş. Sevdalılar dediğimize bakmayın. Sözü edilen 9 yaşlarında çocuklar. Yalnız başına tatile çıkacak değiller ya. Elbet başlarında anne-babaları da olacak. Ama durun bir noktayı unuttuk. Yok, hayır, Zeynep’in anne ve babasının, tıpkı kaderine razı olup kaybolup giden Çöp Adam gibi yaz-bozun kalemi kadar ömre sahip yaratıklar olduğunu unutan aslında biz değiliz. Bunu unutan yazar ve o unutkanlıkla Zeynep ve Kerem’le birlikte onları da tatile çıkarıyor: “Zeynep’in annesi ve babası da bize geldiler. Çok mutluyduk. İkimizin karnesi de süperdi. Babam hala sürprizinin ne olduğunu söylememişti. Meraktan ölüyorduk. (…)/  ‘Tamam söylüyorum. Haftayaaa… hep birlikteeeee… tatile gidiyoruzzz!’ (…) Hayatımın en güzel tatiliydi. Çok eğlendik.” (s. 122-123)

Şimdi yazımızın en başına dönüyor ve bir çocuk kitabı illa da şu, şu özellikleri taşımak zorunda değil, eğer şu şu niteliklere sahipse diye yinelemek istiyoruz.

Çünkü Çöp Adam Konuştu bu çok bildik niteliklerin hiçbirine sahip değil. Baştan sona okuduktan sonra yazarın ne anlatmaya çalıştığı üzerine epey bir süre düşündük. Bir sonuca varamadık. Amacının ayrımcılık içeren mesajlar vermek, cinsiyetçilik yapmak olduğunu hiç mi hiç düşünmüyoruz. İyi niyetle hareket ettiğinden de kesinlikle eminiz.

Buna rağmen sormadan edemiyoruz: Çizilen resimlerin maddileşmesinden öte ilginç, özgün bir fikriniz yoksa, belli bir hikayeye ‘onu mutlaka anlatmalı/paylaşmalıyım’ dedirtecek/hissettirebilecek kadar inanmıyorsanız, okura farklı dünyalara, bakış açılara, düşüncelere ya da deneyimlere kapı aralamayacaksanız niye çocuk kitabı yazmak için acele ediyorsunuz? Hele de kendince bulduğunuz fikri, kendince anlattığınız hikâyeyi iç tutarlılığı olan bir kurguya oturtmak için gereken zamanı harcamayacaksanız?

Bunlar acımasız sorular; farkındayız. Ama madem Çöp Adam Konuştu, bize, çocuk okura bir şey söylemesini istemek de hakkımız. ‘Eğlencelik bir kitap, işte’ diye geçiştirebilirsiniz. Ama eğlencelik kitapların bile uymasını beklediğimiz kriterler var. Ayrımcı ve cinsiyetçi mesajlar taşımamak gibi mesela…

Ama uzatmayalım. Çöp Adam konuştu, konuştu, boşa konuştu diyelim ve bu yazıyı, gelecekte Nevin Avan Özdemir’den daha titiz bir editörlük, genç yazar Özlem Atasoy’dan da yeni, daha nitelikli çocuk kitapları beklediğimize dair umutla bitirelim.

Not: Vurgular bize ait.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder